4 Eylül 2013 Çarşamba

Sen insan değilsin, annesin!

Uzun zaman olmuş ne tembellik ettim, bloğuma bir şey yazmadım derken ilham perim Duru bombayı patlattı. 

Bir sabah tıpış tıpış okula yürür ve sohbet ederken bana "Sen insan değilsin, annesin!" dedi. 

Başta güldüm; fakat altındaki derin manayı düşününce, kendi kendime çok büyük adam olacak bu çocuk, daha bu yaşta ne mesajlar veriyor dedim. 

Aslında söylediği sadece benim için değil; bütün anneler için geçerli.... Hatta anne ya da anne adayı olmayı geçtim memleketimde kadın olmak başlı başına bir dert..

Hamileyken sokağa çıkarsın "bazıları" uygun bulmaz, edep yahu der...
İstediğin gibi giyinemezsin... Ya bir laf söylerler ya da öküz gibi bakarlar hatta yumruk bile atabilirler...
Dekolte giymişsen tecavüzü hak edebileceğini düşünecek kadar uçabilirler.. 
Mazallah öyle erkeklerle bankta, üniversitedeysen bahçesinde falan oturamazsın; sonra onları yoldan çıkarabilirsin... 
Yanındaki erkek kim olursa olsun yolda, metroda vs. öpemezsin. Toplumun ahlakını mı bozacaksın şekerim? 
Şimdi düşünüyorum da toplumun ahlakını bozmak, biz kadınlar için bu kadar kolaysa; ya biz gerçekten insan olamayız; insan üstü varlıklarız... ya da eğer biz insansak; bunları düşünenler ne? 

24 Ocak 2013 Perşembe

2 Yaşındaki Amca ve Teyzeler!

Hep şikayet, hep şikayet...
En sonunda bugün biraz empati kurup dünyaya bir "2 yaş" gözünden bakmaya karar verdim. Anladım ki; 2 yaşında olmak hiç de kolay değil!

Öncelikle 2 yaşında olmak demek, sürekli muhalefet yapmak demek. Size biri günaydın demişse inadına "günaymadım" demek. Muhalefet partilerinin bile muhalefet yapamadığı, muhalif seslerin de bir bir hapse tıkıldığı günümüzde bu kadar aykırı ve cesur davranışlar takdir-i şayan diye düşünüyorum. 

Sıfır empati çok zor bir şey değil de; üstüne bir de bencillik koymak ve bunu dünyanın en doğal olayıymış gibi karşındakine yutturmaya çalışmak...

Sürekli ben böyle düşünüyorum ve ben böyle karar verdim temalı cümleler ile senin fikrinin aslında çok önemli olmadığı bir dünya yaratmak, aksi fikirlere kesinlikle tahammül edememek... (Ben bu davranışları 2 yaş bebesinden başka bir yerde daha gördüm ama nerede?!?)

Bazen sevimli sevimli "bi suuuusss!" diye karşıdakini susturmaya çalışmak, bazen ağlayarak konuyu başka yerlere çekmek ve asıl mağdur sizken; mağduru oynamak... (Televizyonda olmadık yerde ağlayan birini mi görmüştüm ne???)

Ve aslında işlerin böyle, her daim onun istediği gibi yürümesi gerektiğini, bazen sevimlilik ile bazen de ufak tefek isteklerinizi yerine getirerek (başka bir deyişle aslında iyi bir çocuğum imajı yaratarak) sizi ikna etmeye çalışmak...

ve bir parça da despotluk ile bağırıp çağırarak satır aralarında iyi çocuk imasında bulundum ama o kadar da değilim demek.. (evet bazı bıyıklar ay yani yüzler geliyor gözümün önüne..)

Üstü kapalı tehditlerde bulunmak: "Şimdi bana zorla bu çorabı giydirdin; ama birazdan başına öyle bir iş açacam ki; çorabı çıkardığımın farkına bile varamayacaksın!!" (aaa evet evet hatırladım; ama çok garip?!?! )

Üstelik bunlarda son derece usta ve istikrarlı olmak ve hatta karşındaki bir külyutmaz ise onu görmemezlikten gelmek, gerçekten büyük bir emek ve çaba ister... Tabii, bunları sevimli bir 2 yaş bebesi yapınca bunun adı "2 yaş krizi" olur; ama eğer bunları yaşını başını almış amcalar ve teyzeler yapıyorsa bunun adı yüzsüzlük, yalan-dolan ve saygısızlık olur. Şimdi bunlar da ağır ithamlar.. Nasıl yapsak?

Herkesin aslında özünde çok "iyi niyetli" olduğu inancıyla kendi kendime bu durumu şöyle açıklıyorum:

Bu amcalar ve teyzeler, bir 2 yaş bebesinin sevimliliğini taşımıyorlar; ama herhalde 2 yaş zekasında kaldılar ki; bunca davranış, onlara normal geliyor. Zira bazı durumları akıl çerçevesinde başka türlü açıklamak mümkün olmuyor!

20 Ocak 2013 Pazar

Bir 2 Yaş Anası Yeni Yıldan Ne Bekler?

Arkadaş, ne yeni yıl beklentisi.. Yeni yıl geleli çok oldu. 2014'ü bekleyseydin bari diyenleri kınıyorum. Birincisi, en azından Ocak ayı henüz bitmedi. İkincisi, bir 2 yaş anasının aklını başına toplayıp iki kelimeyi bir araya getirmesi, gerçekten hiç de kolay değil.

Macera, kahkaha, aksiyon dolu bir yılı devirdikten sonra ancak Ocak ortasına gelince yeni yıldan ne bekliyorum acaba diye düşünme fırsatı bulabildim.

2 yaş krizini tadına vara vara yaşayan bir anne olarak yeni yıldan sadece iki istediğim var:
1- Sabır 2-Uyku. Bu kadar basit!

Bu dileklerimi okurken benim gibi bir çok annenin "ahhh nerede bacım o günler" dediğini duyar gibi oluyorum. Neyse biz en azından evrene olumlu mesaj gönderip, üzerimize düşeni yapalım...

İki Yaş Bebesiyle Hayatta Kalma Kılavuzu yazdımda da bahsettiğim üzere 2 yaş krizi yaşayan bir çocuğun anasının en çok ihtiyacı olan şey 1- sabır 2- konu değiştirme ve 3- numara yapma becerisidir. Bu yüzden, 2013'den en büyük beklentim öncelikle biraz daha sabırlı olmak.

Aslında, 27. ayını devirmiş ve ikinci yaşının üstüne bir de çeyrek koymuş bir arkadaş, sabır sınırları zorlanıp genişletilmiş olan anneyi artık "dervişimsi" bir kıvama getirmiştir. Anneyi çıldırtma sanatının çıraklık-ustalık dönemlerini geçip Sensei mertebisine ulaştığı için anne bu konuda bitmiş tükenmiş, sadece bugünlerin bitmesini beklemektedir.

Bir örnek verelim: Kreşe giderken kitap, yazboz, kalem-kağıt, ufak tefek oyuncaklar gibi şeyler götürebiliyoruz. Ama her gün ne götüreceğimize karar vermek en azından yarım saatimizi alıyor; çünkü "evet" dediklerimin değil "hayır" dediklerimin okula gitmesi gerekiyor!

2 Yaş: Bu kitabı alıyım mııı?
Anne: Tabii
2 Yaş: Yok kalemleri alıyım..
Anne: Tamam hadi ne istersen al..
2 Yaş: O zaman bunu alayım (kocaman abaküsü gösteriyor)
Anne: iyi getir de torbaya koyayım, ben taşırım
2 Yaş: (Düşünüyor: Çok emek sarfettim ama hatunu da iyi eğittim! dur bakalım şuna ne diyecek) BİSİKLETİ ALALIM!
Anne: (Maalesef o anda çocuğun sağlıklı dil gelişimi falan akıldan çıkıyor) YUUUHHH!!
2 Yaş: (Hayır cevabını duyup ikna oluyor) Tamam bisikleti alalım!!

İkinci olarak biraz uyku istiyorum. Pargalı öldü mü? Kuzey kimi dövdü? Twitter'da kim ne demiş derken, horozları bile depresyona sokabilecek kadar erken kalkan bir 2 yaş bebesi, insanı gerçekten uykuya hasret bırakıyor. "Bacım, sen de erken yatıver" diyorsunuz eminim; ama bence sorun yatma saatinde değil. Kesinlikle kalkma saatinde! Fırıncı mıyız biz? Kalkıyoruz her yer zifiri karanlık...

Bir yandan düşünüyorum da.. Kafeinman olarak yaşanan bu yaşama, insan bir süre sonra alışıyor; ama değil ağzını, gözünü bile açmaya hali yokken; 2'likten istek parça gelince, zavallı kafası karışık uykusuz ananın, muhtemelen, çocuklukta fazla izlediği Ninja Kaplumbağalar'ın bilinçaltından çıkmasıyla, dudaklarından şu mısralar dökülüyor:

Sağ elimde üç parmak...  (Daha fenası bir yandan da sol eli gösteriyor...)

21 Aralık 2012 Cuma

Kıyamet ve Bok Böcekleri

Mayaların öngörüsüyle 21 Aralık'ta kıyametin kopacağına inananlara, sonra da kopmadı diye sevinenlere çok güldüm. Bu çılgın insanların çılgın dünyasında yaşamayı çok isterdim; ama çoğumuzun yaşadığı gerçek dünyada kıyamet çoktan kopmuştu. Hem de bir kez değil bir çok kez..

Gazetelerden, medyadan aktarıldığı kadar takip ettiğimiz, bazılarında tahminen gerçeğin küçük bir kısmı yayınlanmış olmasına rağmen tüylerimizin diken diken olduğu, kanın beynimize sıçradığı, yok artık bunu da yapmazlar/yapamazlar dediğimiz her şeyin olduğu günler aslında birer kıyamet değil miydi?

Yıllarca devletin ve milletin bütünlüğüne hizmet etmiş koskoca Paşa'nın bir teröristin gizli tanıklığıyla hapsedildiği gün..

Devletin mallarının hatta yollarının satılmasının bitip Ata'mızın Türk Milletine armağan ettiği çiftlik evinin Araplara satıldığı gün..

Gençlerin dinci-tinerci diye ayrıldığı gün..

Emeklerimizin, evlatlarımızın istikbalinin çalındığı her gün..

Tecavüz mağdurlarına sen doğur, devlet bakar dendiği gün..

Şiddet görüp, tehdit edilip devlete sığınan kadınları korumak adına hiç bir şey yapılmadığı için öldürüldükleri gün..

Milli bayramların kutlanmasının bile krize neden olduğu gün..

Sırf dediklerine, düşündüklerine tahammül edilemediği için öğrencilerin dayak yediği, gaza boğulduğu hatta hapsedildiği gün..

Hurafelerin bilimin önüne geçtiği gün..

Şehit verdiğimiz her gün..

aslında birer kıyamet değil mi?

Mağdurun, ülkesini sevenin, düşünenin, cehennemi yaşadığı bu kıyametlere sebep olanlar, yaptıklarının karşılıklarını kısa vadede bulur mu bilemiyorum pek de sanmıyorum; ama ben de karma yasasına göre kendilerine bir dahaki hayatlarında bok böceği olarak başarılar diliyorum.. :)

4 Aralık 2012 Salı

"Kumacık"

Sevgili dostlar,
Bu yazımda size hayatımın son dönemde bazı açılardan ne kadar zorlaştığını anlatacağım. Birebir bacak kadar boyu olan (86 cm) bir zatı muhterem, artık babasına karşı beni tam bir rakip olarak görüyor. 

Evde sürekli "benim babaaaamm" lafı var . Tamam senin baban ama benim de kocam diyorum; buna karşın aldığım cevap daha bir yüksek sesle: "BENİMMMM!" Hatta bir kez "benim kocaammmm" bile dedi. 

Replikler sadece sahiplenme ile kısıtlı değil. Bir de emir kipleri var: "Anne sen sus!" "Anne sen oynama!" "Baba giydirsin!" "Baba yapsın!" "Giiiiitttt"  

Ayrıca, söylemlerinden de anlaşılacağı üzere bana karşı biraz aksi ve tembel olan bu kişi babasına karşı dünyanın en kibar ve hamarat insanı. Daha o sormadan babasına "Baba terlik getireyim" deyip topukları poposuna değe değe koşup terlik, telefon, iPad götürmeler. 

Anlattıklarımdan bütün gün hırgür halinde olduğumuz kanısına varmayın. Ara sıra duygusallaşıp bana "Seni çok seviyorum!" diyor ama hemen ardından "Babayı çok seviyorum" diyor. Satır aralarını okursak: "Seni çok seviyorum evet ama babayı da çok seviyorum ve onu ancak ben sevebilirim!"  

Tabi "rating"i bu kadar yükselen kocam da bu durumdan çoğu zaman son derece memnun. Hatta evdeki haremvari bu çekişme yüzünden kendisine Muhteşem Sülüman'a has bir mağrurluk ve mutluluk geldi. Ben ise Mahidevran Sultan'ın çaresizliği ve hırsıyla köşemde oturur oldum. 

Bütün gün emek ver.. İşi gücü bırak oyna.. Saatlerce ufakcık sandalyede hatır için otur; popo cürüt hiç birinin kıymeti yokmuş. Hep kuma muamelesi hep kuma muamelesi.. Ayıptır söylemesi değil kocamın yanağına ufacık bir öpücük koymak, yanında bile oturamaz oldum. Kıskanç hatun geliyor, aramıza oturuyor hemen. Bir yandan da düşünüyorum: Düşman başına; ama gerçekten kuma gelse daha mı iyiydi. Hiç olmazsa sürekli hizmetçi muamalesi görmezdim. Hatta hiyerarşik bir durum oluyorsa ben daha kıdemli olurdum ve daha bir geçim olurdu sanki...

Şimdi bu yazıyı kıs kıs gülüp okuyorsanız ve ufak bir bebeğiniz varsa, aslında ağlanacak halinize gülüyor da olabilirsiniz; zira değerli doktorumuzun da dediği üzere bu durum bize has değil. Kız çocukları 2-5 yaş arası babalarını güç, güven simgesi ve cinsel bir obje olarak görüyorlar. Davranışların ve rekabetin sebebi de bu. Erkek çocuklar için de farklı nedenlerden anneleri daha bir ön plana çıkıyor. Yani siz bir anneyseniz ve kızınız varsa ya da babaysanız ve oğlunuz varsa başınıza gelebileceklerden haberiniz olsun. Diğer durumlarda sultanlığınızı ilan edebilirsiniz!!

14 Kasım 2012 Çarşamba

Anne Olunca Anlarsın!

"Ben sana demiştim" ve "Anne olunca anlarsın" karşı tarafa hiç söz hakkı tanımayan ve en ufak bir teselli kırıntısı bulunmayan iki sinir bozucu cümledir. İlkini ara sıra duysam da ikincisini duymayalı uzun zaman olmuştu ki; geçen gün bir yazıya denk geldim. Yazının başlığı "Anne Olmasaydın Anlardın!"

Yazıda çocuğuyla kendini bir tutup çocuğu adına çoğul konuşan, birbirlerini rakip görüp en organik anne benim tadında takılan ve şımarık çocuklarını "indigo canım bizimki ondan" diye lanse eden mutsuz ve anlaşılamayan annelerden ve bu durumdan müzdarip olan çocuksuz kadınlardan bahsedilmiş. 

Bu güzel ama bir o kadar da abartılı yazıyı okuduktan sonra şöyle bir dönüp kendime baktım. Kısa bir özeleştiriden sonra anladım ki tasvir edilen tiplemelerden çok uzağım. Aslında bir zamanlar anne olmayan ve zaten bahsedilen noktadan geçmiş biri olarak ne denmek istendiğini çok iyi anladım; fakat bu abartılı anneler, insana çocuk sahibi olduktan sonra da sinir bozucu gelebiliyor. 

Hatta kendi açımdan düşündüğümde sosyal paylaşım sitelerindeki bazı anne gruplarını terk etme sebebim de bu "organik annelerin" tavırlarıydı. Yani anlamak için "anne olmamak" gerekmiyor.

Bir yanda da, bu çılgın annelerin çılgınlıklarını hariç tutarak söylüyorum: Her ne kadar kulağa itici gelse de bazı şeyleri insan, gerçekten de anne olunca daha iyi anlıyor. Kastettiğim sabırlı olmayı öğrenmek, birisi hakkında anlamsızca endişelenmek, çılgınca fedakarlıklarda bulunmak değil. Delicesine aşık olmak ya da çok hasta birine bakmak da aynı duygulara sebep olabilir. 

Kalbinin derinliklerinde geçmeyen bir sızı ve endişe hali; dünyanın diğer köşesinde bile olsa okunan kötü bir haberde ilk evladının aklına gelmesi; ağlayan bir anne görünce hüzünlenmek veya ağlamak; gururlu bir annenin gururunu yaşamak birbirinin halinden anlayan annelerin ortak dili olsa gerek. Yoksa, Kung Fu Panda gibi aslında oldukça eğlenceli bir çizgifilmi izlerken bile annesinin Po'yu terketmek zorunda kaldığı sahnede hüzünlenip; gözlerinin dolması kadar çılgınca birşey olamaz değil mi?

Belki de bu söz, sadece bir azar ya da bir karar mekanizmasının savunması olmaktan ziyade; "anne olunca benim ne hissettiğimi ve aslında bazen neden böyle saçmasapan davrandığımı anlarsın" olarak söylense karşı taraf için çok daha anlamlı olur.

9 Ekim 2012 Salı

İki Yaş Bebesiyle Hayatta Kalma Kılavuzu

Sıcak bir temmuz günüydü..

"Öğle uykusuna yatmadan evvel biraz oyuncaklarımızı toplayalım mı?" dedim Duru'ya.. O da "Hayıy!" dedi.. Çocuğum çok uyumlu ve annesini daima memnun etmeye programlı olduğundan önce anlamadım. Tekrar sordum, tekrar hayıy!!

Ve o anda anladım ki; anneyi memnun etme programının çipleri yanmış, yerine anneyi çıldırtma çipleri takılmıştı..  İki yaş krizi (terrible two) kapıdaydı..

Derin bir nefes aldım ve ruhumu başıma gelebileceklere hazırlamaya çalıştım ve 24. ayımıza çeyrek kala başlayan acı deneyimlerimden bu kılavuzu oluşturdum. Önümüzdeki aylarda kılavuzun ve kafayı yemiş annenin bir üst versiyonu çıkar sanıyorum. Her ne kadar yaşanmışlıklarımızın neticesi olsa da okurken kılavuzu karga olanı burnu biiip'den çıkmazmış lafını hatırlamanızı öneririm.

Öncelikle hayata ve dolayısıyla bu döneme her zaman iyi yönlerden yaklaşılmalı diye düşünüyorum. Polyanna'yı utandırır derecede pozitif olmak önemli. Zira aradığınız güç içinizdeki neşede ve enerjidedir. Her gün daha iyi bir demogog ve müzakereci olduğunuzu hissedeceksiniz. Bütün sosyal fobilerinizi yeneceksiniz. Dahası mesleğiniz pazarlamacılık, animatörlük ya da akrobatlık değilse bunları da hakkıyla yapmayı öğreneceksiniz. Kazanacağınız demogoji ve pazarlık yetileri sayesinde esnafın en sevmediği müşteri olacaksınız...

İşte kılavuz.. 

"Seni seviyorum" sözünü dışarıda tutarak bazı şeylerin çok fazla söylendiğinde anlamını yitirdiğini düşünüyorum. "Hayır" da bunların başında geliyor. Özellikle çocuğa sıklıkla söyleniyorsa anlamsızlaşıyor maalesef. Bir yandan da çocuk açısından düşündüğümde oldukça mantıklı geliyor bu durum. "Hayır" lafını sıkça işiten bir çocuk içinden şunu söylüyor olabilir: Ohooo arkadaş, ne yapsak hayır diyor. En iyisi takmadan yoluma devam edeyim ben. 

Buna karşın, sınırları genişletip mümkün olduğunca hayır dememeye çalışmak, ufak bir hayır listesi oluşturmak ve hayır demeden önce kafada bir çeşit bilanço yapıp kayıpları ve kazançları değerlendirmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Zaten eğer birşeye hayır dediyseniz ve yüreğinizin kıyısında aslında bir zararı da yoktu gibi en ufak bir tereddüt varsa; küçük canavarınız, gözünüzün taaa içinden o ufacık şüphe kırıntısını görecek ve ısrarcı olacaktır. 

O yüzden olumsuz cevap yerine dikkat dağıtmak en iyi çözüm:

Şöyle abatılı bir tepkiyle; Aaaaa bak camın önünden kocaman bir kuş geçti gördün mü?
Aaaa şuradaki bir kedi mi? diye sormak..

İş vermek.. Hadi şunları birlikte içeri götürelim. Şurayı süpürür müsün tatlım..  Ya da eline hemen bir toz bezi tutuşturup hadi şurayı silelim...

Veee sizin için zorlayıcı olabilecek ama bir o kadar eğlendirici olan şarkı söylemek..

Banyoda şampuandan, sabundan utanıp kendi kendinize bile şarkı söylemekten çekinen bir insan mısınız?  O günler çoook geride kaldı. Şarkı söylemenin dikkat dağıtma üzerindeki gücünü keşfedince markette, pazarda, yolda, belde size doğrulmuş bakışlara aldırmadan içinizdeki sanat güneşinin doğduğunu hissedeceksiniz. Çok da eğleneceksiniz. Küçük canavarın isteği üzere tekrar tekrar aynı şarkıyı söyleyeceksiniz. O da öğrenecek ve hep birlikte söyleyip daha da keyif alacaksınız.

Bu arada tabi ki; hayır denecek şeyler olacaktır. Bunda da istikrarlı davranıp, bütün ısrarlara ve tacizlere karşın verilen karardan dönmemek önemli. O zaman kelime anlamını yitirmemiş oluyor ve ileriki dönemlerde hayır denen birşeye yapılan ısrarcılık azalıyor diye düşünüyorum. Bunun dışında hayır listesinin hiç bir zaman istisnası olmamalı; çünkü çocukların en anlamadığı şey bu. Bir kez müsaade edildi mi her zaman olabilecek zannediyorlar. 

Başka bir nokta da bu dönemde sıklıkla duyacağınız "Ben yapcam" lafı. Buna en güzel çare herhalde o sormadan zaten yapabileceği bütün işleri sen yap demek. Hem de sorumluluk duygusu aşılamak için birebir. Örneğin, giyinirken "ben kendim giycem" diyorsa ve acele dışarı çıkmanız gerekiyorsa etek ya da hırka gibi giyebileceği kolay kıyafetleri bunları sen kendin giy ben de çorabını giydireyim şeklinde bir yaklaşım hızla giyinmenizi sağlayabilir ya da vakit var ve kendiniz ağır ağır hazırlanmak istiyorsunuz. O zaman bütün kıyafetleri önüne koyup hadi kendin giy bakalım deyip mücadele etmesine izin vermek sizin için zaman kazandırıcı, yavrunuz için öğretici olabilir.  

Birlikte oyun oynamak, şarkı söylemek ya da resim yapmak çok zevkli ama zavallı anne ya da baba biraz olsun nefes almak istiyorsa su ile oynamak çıkan dağınıklığa aldırmazsanız harika bir oyun fikri; fakat elektronik aletler, kumandalar, telefonlar kalksın; çünkü aklına şunları da suya koysam nasıl olur acaba fikri gelebilir. Su ile oynamanın ayrıca çocuklar ve bebekler üzerinde bir nevi meditasyon etkisi var. Rahatlamalarını ve konsantrasyon güçlerinin artmasını sağlıyor. Yani bir taş ile iki kuş vurmuş oluyorsunuz. Koca bir tencere su ve içine suyla oynayabileceği oyuncaklar.. Yalnız içmesuyu koymak iyi olur; çünkü oynarken bolca sudan içiyorlar. 

İki yaş bebesi inatçı olmanın yanı sıra oldukça hareketlidir. Kedileri bile kıskandıracak derecede hızlı ve atiktir aynı zamanda. Bu yüzden, bir alışveriş merkezine ya da IKEA gibi herşeyin meydanda olduğu bir yere giderken kendinizi spor salonuna gidermişcesine hazırlayın. Ayrıca, çok yoğunum bir spor salonuna bile gidemiyorum diye üzülmeyin. Hatta spor salonuna vereceğiniz parayı buralarda harcayın. Hem alışveriş yapın hem forma girin. Oradan oraya koşan çocuğunuzun peşinden koşun ısının, kondisyon yapın! Ağır şeyleri mi çekiyor, alın size ağırlık kaldırma! Kırılacak şeylere uzanmışken son anda mı yetiştiniz? Bu da esneme hareketleri! Eve dönüş yolunda spor salonuna gitmiş kadar yorgun değilseniz bana da kaygısızanne demesinler!!